Geçenlerde bir arkadaşım anlattı. Çocukları tablet oyunlarına biraz fazla sarmış. Arkadaş bakmış ki başa çıkamıyor, bir sonraki emre kadar tableti yasaklamış. Risk faktörlerini ortadan kaldırmak için de cihazı evin en ücra köşesine saklamış.
Bu önleyici tedbirin ardından kafası biraz rahatlamış tabii. İlk birkaç gün çocukların yoğun baskılarına rağmen hiç taviz vermemiş. Dimdik durmuş.
Arkadaş ortamlarında evdeki tablet krizini nasıl şak diye çözdüğünü anlatmış gururla.
Tabletsiz ve stressiz geçen birkaç günün ardından, eşinden cep telefonuna bir mesaj gelmiş. Mesajda şöyle diyormuş;
“Canım, çocuklar başımın etini yiyor. Şu tabletin yerini söyle de biraz oynasınlar bari.”
Arkadaş biraz tereddüt ettikten sonra, eşinin bu ricasını geri çevirmemiş ve tabletin nerede olduğunu yazıp işine devam etmiş.
Akşam eve gittiğinde eşi sitemkâr bir şekilde tablet yasağını niye kaldırdığını sorunca olay aydınlanmış.
Meğer eşinin telefonundan gelen mesajı bizzat çocuğu yazmış.
Şimdi gelelim ikinci hikâyeye…
Üç gün önce bizim evdeki kombi bozuldu. Apar topar servisi aradık. Servis elemanları geldiler ve kombinin elektronik kartının arızalandığını söylediler. Kartı tamir edip, bir sonraki gün saat 2 sularında geleceklerini söyleyip gittiler.
O gece evde kalorifer yanmayacaktı yani. Biz de küçük çocuğum zaten biraz hasta olduğu için eşyaları yüklenip annemlere gittik. Gece orada kaldık.
Ertesi gün gelmesi gereken teknik servis elemanları, bizi şaşırtmayarak söyledikleri saatte gelmediler. Gün içinde iş yerinden defalarca aradım. En son akşam 7 gibi geleceklerini söylediler.
Saat altı buçuk sularında teknik servis elemanının cebini aradığımda kapalıydı. Servisin çağrı merkezini aradım. Elemanların kaza yaptığını ve bu yüzden gelemediklerini söyleyen yetkili, “Abi, yarın sabah ilk iş sizin işi halledeceğiz” dedi.
Ben de çağrı merkezindeki elemana verdim, veriştirdim.
Evde donmak üzere olduğumuzu söyleyip estim. “Madem gelmeyeceksiniz, niye haber vermediniz kardeşim?” diye gürledim.
Yeniden eşyaları toplayıp annemlere gitmek zor geldiği için gece evde kalmaya karar verdik. Bütün aile kışlıkları giyip evin en küçük odasında toplandık.
Çocuklar üşümesinler diye birkaç saat boyunca bol aksiyonlu oyunlar oynattım. Tutup koltuğa fırlatma, iki koltuk arası atlama, ters takla gibi bünyeme hiç uygun olmayan hareketler yaptım.
Oyun aralarında gerekli kontrolleri yaparak çocukların vücut ısılarının belirli bir seviyenin altına düşmemesini sağladım.
Yatmaya yakın ev iyice soğudu.
“Haydi, battaniyenin altında kampçılık oynayalım” dedim. Çocuklarla battaniyenin altına girip türlü saçmalıklar yaptık. Bir ara battaniyenin altında feneri yakıp kitap okuduk.
Sonra bir ara odadan çıkıp mutfağa giderken, mutfak kapısının üzerindeki klimayı fark ettim. Beynimde bir cızırtı oldu. Genelde soğuk havayı çağrıştıran klimanın, sıcak hava üfleme özelliğinin de olduğunu hatırladım. Daha cihazı çalıştırmadan koridor ısınır gibi oldu. Ya da bana ateş bastı, bilemiyorum.
Koşup eşime müjdeyi verdim ve kumandayı bulup sıcak ayarına getirmeye çalıştık. Ancak ne yaptıysak klimayı üfletemedik.
Son çare yine yetkili servisi aradım. Telefona birkaç saat önce evde donmak üzere olduğumuzu söylediğim aynı kişi çıktı.
Rezil olmamak için sesimi biraz kalınlaştırarak klimayı sıcak ayarına getiremediğimizi söyledim. Eleman muhtemelen sesimi tanıdı. Çünkü “İçindeki bilmem ne parçasının ısınması için kumandada güneş ikonunu seçip 5 dakika bekleyin” derken hafiften gülüyor gibiydi.
Dediğini yaptık. 15 dakika sonra çocuklar, alınlarında biriken hafif terle uykuya daldılar.
Bu iki hikâyeden çıkan önemli sonuç şu;
- Çocuklarımızla ve teknolojiyle olan imtihanımız önümüzdeki yıllarda çok daha çetin olacak.
- Dijital yerlilerle dijital göçmenler arasındaki farkı biliyoruz. Ama insan yine de çok merak ediyor;
- Acaba ikinci hikâyenin yetişkin kahramanı, birinci hikâyenin minik kahramanıyla nasıl başa çıkacak?
Bir yorum yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir. Gerekli özen gösterilmeden yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.