90’lı yıllarda dershanecilik sektörü özellikle üniversite hazırlık sürecinde çok önemli bir tamamlayıcılık özelliğine sahipti. Bu tamamlama özelliğini ticari açıdan iyi kullanan dershaneler işi şova dönüştürdü. Bu şov okullardaki öğretmenleri yeteneksiz, yetersiz ve gereksiz göstermeye kadar vardı. Bunun sonucunda da dershaneler başarı pastasının tamamını önüne çekerek bütün alkışları kendisine topladı. Ancak dershaneler, başarısını üzerine inşa ettiği sistemi inkar ederek, yok sayarak ülke üzerinde eğitim alanında ciddi bir travma oluşturdu. Bu travma ile 2000’li yıllarda eğitimde fast food dönemine geçiş yaptık. Ucuz, kolay, hızlı eğitim metotları, bilgi obezi, mental açıdan sağlıksız ve isteksiz bir nesil ortaya çıkmaya başladı. Neyi neden yaptığını bilmeyen tek düze insanlar yetişmeye başladı.
Bir öğrencinin üniversiteye (hayata) hazırlık sürecini pasta yapmaya benzetelim. 90’lı yıllarda okullardaki öğretmenler pastanın keki için gerekli malzemeleri hazırlar, yoğurur ve pişirirdi. Hatta elindeki imkânlar ve zaman ölçüsünde de iç malzemesini ve süslemesini de yapardı. Dershane öğretmeni ise önüne gelen ürünün kalitesi oranında süslemeler ile zaman zaman pastayı bir görsel şölene dönüştürürdü. Tabi ki pastanın ortasına kocaman harflerle adını yazmayı unutmazdı.
Okul öğretmenin okulda haftada 4 saatten 4 hafta boyunca anlattığı konuya bir dershane öğretmeni sadece 2 saat ayırabilirdi. Konuyu hızlı bir tekrar ile pekiştirdikten sonra pratik çözüm yöntemlerini gösterirken 40 dakikada 25-30 soru çözümü yapmaktan büyük gurur duyardı. Sınıfında bir sorunun kısası, uzunu birbirinden farklı yöntemleri, farklı bakış açıları ile anlatmaya çalışan öğretmen ise horlandı. Sınava yakın zamanlarda sınıfları terkedildi. Dershanelerden özel okullara transfer olan ya da devlete geçen dershane öğretmenlerinin yanında da ezik kaldı.
Ancak okul öğretmenin intikamı tüm eğitim sistemini kökünden sarstı. Silkinerek yerinden kalkan okul öğretmeni “Bende süslemeyi iyi bilirim hatta alasını yaparım.” “Bende alkış istiyorum.” Dedi ve soru bankalarını eline aldı. Dershane öğretmeninin sınıfta yaptığını yapmaya başladı. Dersi sorular üzerinde anlatmaya başladı. Her ders 20-25 soru çözmeye başladı. Hedef artık skor yapmaktı. Hatta projeksiyon cihazı ve akıllı tahtalar gelince 40-45 soruyu buldu. Herkes mutluydu. O da artık artık alkış almaya başladı. Özel ders teklifleri, transfer teklifleri vs. Ancak unutulan ya da görülmek istenmeyen bir şey vardı. Öğrenci bu hıza yetişemiyordu. İzlediğini taklit ve tekrar ederek bir şeyler yapıyor ama ne yaptığını, neden yaptığını bilmiyordu. Artık kek hazırlayan kimse kalmamıştı. Öğrencideki bilgilerin altı boştu. Süsleme şekerleri, soslar ve krem şantiler havada uçuşuyordu ama ürüne pasta demeye bin şahit lazımdı. Bir ara skora o kadar odaklandık ki üniversite sınavından bizi yavaşlatan konuları da çıkararak tek sınava düşürdük. Neyse ki büyük üniversiteler isyan etti de hatadan dönüldü.
Tam işler çığırından çıktı derken Milli Eğitim Bakanlığı durumun farkına vararak müdahale etti. Yeni eğitim programları hazırladı. Ama biz yine de ciddiye almadık. Ücretsiz gönderilen cilt cilt MEB ders kitaplarını depolarda ya da öğrencilerini sıralarını altında çürüttük. Ama sınav soruları günlük hayattan hikâyelerin içinde gelmeye başlayınca, bizim fonksiyonlu hesap makinesi tadındaki öğrencilerimiz ablak ablak bakmaya başlayınca uyandık. Birçok integral sorusunu zihinden yapma yeteneğine sahip öğrencilerimiz, sorunun içinde integralin sembolü ya da adı geçmezse kilitlenince tutuştuk. Gün çocuklarımıza sahip çıkma günüdür. İster siyasi deyin, isterseniz gerçekten gerekliydi deyin ama artık dershaneler kapandı.
Haydi!!!
Şimdi kolları sıvayıp kek yapma zamanı…
Bir yorum yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir. Gerekli özen gösterilmeden yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.