Mutlu Çocuklar, Güçlü Türkiye
Eğitimde 2023 vizyonu buluşması için Millî Eğitim Bakanının da katıldığı bir toplantıya gitmiştim. Binlerce kişinin doldurduğu salonun duvarında büyük harflerle şöyle yazıyordu;
“Mutlu Çocuklar, Güçlü Türkiye”
Eğitimde 2023 vizyonu için seçilen bu slogana bakarken, aklıma bir meslektaşımın yıllar önce bana söyledikleri geldi;
“Ben derse girince önce bütün öğrencilerimin gözlerinin içine bakarım. Herkesin iyi olduğundan emin olmadan asla derse başlamam!”
Duvardaki slogan ve aklımdan hiç gitmeyen bu cümleler bir araya gelince zihnime bir hikâye sızdı.
Akşam da oturup yazdım.
Köprü
Bütün gece ders planı üzerinde çalıştı Halil Hoca. Hafta sonu katıldığı atölye çalışmasında yaptıkları STEM projesini kendi sınıfına uygulayacaktı ertesi gün.
Henüz öğretmenliğinin ilk yılındaydı. Hiç boş durmuyor, okuyor, araştırıyor ve ideal bir öğretmen olma yolunda hızla ilerliyordu.
Ders planını büyük bir titizlikle tamamladı. 40 dakikayı dilimlere böldü, her dilimi boşluk kalmayacak şekilde doldurdu.
Sabah sınıfa girmeden önce zümre odasında materyalleri son bir kez kontrol etti. Her şey hazırdı. Kibrit çöpleri, pipetler, çubuk makarnalar, bant, ipler ve kumaş parçaları…
Öğrencileri önce dört gruba ayıracak, sonra da verdiği malzemelerle bir köprü yapmalarını isteyecekti. Bu köprü hem estetik olarak güzel olmalı hem de yanında getirdiği oyuncak araba ve kamyonları taşıyabilecek şekilde sağlam durmalıydı.
Çocuklar köprüleri yapmaya çalışırken, disiplinler arası etkileşim zirve yapacak, ekip ruhu oluşacak, kazanımlar da el ele verip coşacaktı.
Sınıfa girip önce dersin amacını ve yapacakları projeyi anlattı Halil Hoca. Sonra da gruplara ayrılmaları için sınıfa talimat verdi.
Sınıfta bir karmaşa oldu. Öğrenciler samimi olduğu arkadaşlarıyla bir araya gelerek gruplarını kurdular. Yaklaşık üç dakika sonra sınıf dörde ayrılmış gibiydi.
Hâlâ ayakta gezinen bir tek Kerem vardı.
Halil Hoca, “Oğlum, sen de gir artık bir gruba, başlıyoruz!” diye bağırdı.
Kerem tedirgin bir şekilde sınıf arkadaşlarına baktı. Ama kimseyle göz göze gelemedi.
Bu arada Halil Hoca ilk üç gruba uğrayıp materyalleri dağıttı. Dördüncü gruba doğru yürürken yine Kerem’i gördü. Sınıfın ortasında ayakta dikiliyordu.
“Oğlum niye hâlâ bostan korkuluğu gibi dikiliyorsun? Geç artık bir yere!”
Kerem hiçbir gruba giremediğini söyleyemedi. Tedirgin bir şekilde kızların olduğu gruba en yakın masaya oturup onların grubundaymış gibi kafasını ileri doğru uzattı.
Kızlar dönüp Kerem’e baktılar. Diğer gruplardan birkaç kişi kıkırdadı.
Bu arada herkes verilen talimatlara uygun olarak köprüleri yapmaya girişti. Halil Hoca, sınıf büyük bir heyecan ve neşeyle çalışırken, aralarda gezip gururla öğrencilerini seyretti.
Köprüler yapıldı. Kimisi kamyonları taşıyamayıp yıkıldı. Kimisi dimdik ayakta durdu. Halil Hoca son kontrolleri yaptıktan sonra iki grubun kazandığını söyledi ve onları tahtaya davet etti.
Köprüsü ayakta olan gruplardan bir tanesi de sol arka köşedeki kızların grubuydu. Kızlar neşeyle bağrışarak tahtaya çıktılar. Kerem de ayağa kalkar gibi oldu ama sonra vazgeçip yerine oturdu.
Halil Hoca köprüleri ayakta duran iki grubun üyelerini tebrik etti.
Ders zili çaldığında da çatırdayarak yıkılan bir köprünün sesini duyamadan sınıftan çıktı.
Sıralar arasında tedirgin bir şekilde dolaşan o kırık kalbin, bütün kazanımları yerle bir edecek kadar tahripkâr olabileceğinden habersiz zümre odasına doğru yürüdü…