Bilenler bilir; afyonu patla(ma)mak deyimi Osmanlı’da Ramazan’da afyon içemeyen bağımlıların afyonu kağıtlara sararak yutmasından ileri geliyormuş. Sahurda üç kapsül hazırlarlarmış. Birinci kapsül tek kağıt, ikinci kapsül iki kağıt, üçüncü kapsül üç kağıtla sarılırmış. Böylelikle midede sırayla patlarlarmış ve gün boyunca bağımlının orucunu açana kadar yoksunluk krizi çekmemesini sağlarmış bu yöntem.
“Nedir bu Tik Tok?” diye sorduğum uzmanlar da özetle; yoksunluk çeken toplumda insanların kendi gerçekliklerini askıya alıp o anda TikTok’taki varlıklarıyla kendilerini değerli hissettiklerini söyledi. Kimi 15 dakikasının keyfini sürüyor, kimi ‘saçmalama’ hakkını kullanıyor, kimi belki de iktidarın sansür baskı araçlarına böyle dayanıyor.
TikTok, tabiri caiz ise Türk toplumunun yeni afyonu oldu.
Aylık 500 milyon kullanıcısı var
Bugün tüm dünyada ve Türkiye’de, iPhone’dan en çok indirilen uygulama olma özelliği taşıyan TikTok’a sahip olmak ücretsiz. Bu uygulamayla fotoğraf, video çekip görüntülü görüşme veya yazılı mesajlaşma yapılabiliyor. Çinlilerin geliştirdiği TikTok’u 2018’in ilk çeyreğinde tüm dünyada 45.8 milyon kişi indirdi. 2016 yılında tohumları atılan TikTok’u elinde tutan Çinli şirket 75 milyar dolar değerine ulaşarak Uber’i de geride bıraktı. 34 dilde kullanıcı bulan uygulamayı istatistiklere göre ayda 500 milyon kişi kullanıyor. Çin’de ise günde 150 milyon kişi vaktini TikTok’ta geçiriyor.
Sanal ile gerçek arasında bir uçurum
‘Başkası adına utanmak’ tanımına en çok, insanların şuursuz bir şekilde dikkat çekmeye çalıştığı TikTok videoları izlerken yaklaşıyorsunuz. Burun deliklerine zeytin sokup ıslık çalmaya çalışan 65 yaşındaki Konyalı amca TikTok’ta eğlenirken gerçek hayatta bu kadar da şakacı olmadığı izlenimi veriyor. Türkiye’de insanların eğlenme biçimleri de çok açık ki toplumsal çıkmazlarımızın birer yansımaları.
M. Serdar Kuzuloğlu’nun “Türkiye’deki TikTok videolarını bir ‘insanlık dramı’ gibi izliyorum” dediği TikTok’ta ‘yaratıcılığın’ sonu yok. Teknoloji gazetecisi M. Serdar Kuzuloğlu ve Prof. Dr. Çiler Dursun ile enine boyuna TikTok’u ve konunun toplumsal boyutlarını konuştuk.
TikTok aplikasyonu kısa sürede Türkiye’de neden bu kadar tuttu? Kimisi çok seviyor kimisi nefret ediyor. Halkı çeken ne oldu?
M. Serdar Kuzuloğlu: Bugün akla dahi gelmeyen ancak bir dönem benzer rüzgarlar estiren Vine adlı uygulamanın kapısını araladığı bu fırının ekmeğini yemek TikTok’a nasip oldu. Bugün Türkiye’de sosyal medya dediğimiz şey, özünde neşeli, eğlenceli, hayat dolu bir toplumun her yönden kuşatılmışlık hissiyle yürüttüğü bir arayış aynı zamanda.
Televizyonda her şeyi ağır bir sansür, otosansür ve buzlama çerçevesinde takip eden, gerçek hayatı kendini ilgilendiren kısımlarıyla asla takip edemediği geleneksel medyadan alabildiğine sıkılmış milyonlarca insan. Üstelik çoğunda gayet gelişmiş, çağdaş teknolojik altyapı ve cihazlar var.
Dolayısıyla bu denklemin içinde bu tip ‘dere yatağı değişimleri’ görülmesi gayet normal.
‘İş makinesi izleyen amcalar gibiyiz’
Sosyal medya, bu ‘TikTok’ gibi aplikasyonlarla ünlü olma yarışının bir parçası haline mi geldi? Neden? İnsanlar sosyal medyada ünlü olmak için neler yapıyorlar?
M. Serdar Kuzuloğlu: Andy Warhol’a atıfla anılan meşhur bir cümle var: “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” diye. Aslında Warhol röportajında “Bir gün herkes meşhur olacak” derken yanındaki fotoğrafçı arkadaşı “Evet ama sadece 15 dakikalığına” diyerek tamamlamıştır. İşte TikTok’ta video çekenler bu söylemdeki Warhol tarafını, izleyenlerse fotoğrafçı arkadaşını temsil ediyor.
Sosyolog Tayfun Atay’ın ‘Yaşasın Meşhuriyet Çağı’ kitabında tanımladığı gibi bu dönem görünürlük kavramını, popülariteyi her zaman ve her kişide ‘paraya dönmese bile’ en kıymetli akçelerden birine çevirdi.
Türkiye kökenli TikTok içeriklerini genellikle bir ‘insanlık dramı’ şeklinde izliyorum. “Bunları yaparken hiç mi utanmıyorlar? Hiç mi kendilerine saygıları yok? Yarın bir gün karşılarına çıksa mahçup olmayacaklar mı?” diye mırıldanıyorum sürekli.
Diğer yandan bu seçkinci bakışın ve süslü analizlerin ötesinde mevcut sürecin yeni bir kitle ve üslubun doğum sancısı olduğu da aşikar. Yönetmen Alfred Hitchcock’un filmlerinde öpüşmeye, sevişmeye; hatta tuvalet ve banyonun teşhirine yönelik getirdiği yaklaşım gibi. Bir süre sonra normalleşecek olan bir üslubun doğup büyümesine şahitlik ediyoruz.
Bu hipnotik halimiz, yol kenarında durup saatlerce iş makinasını izleyen amcaların halinden çok da farklı değil.
TikTok kalıcı olur mu? Bir anda patlayıp sonra sönen benzer mecralar olmuştu.
M. Serdar Kuzuloğlu: TikTok’un var olma sebebi, aynı zamanda kendisinin en azılı düşmanı. Bugünün yaşamı ‘şimdicilik’ ve ‘yenicilik’ üstüne kurulu. Sabırsız ve çabucak usanan, dikkati dağılan milyarlarca teknoloji tutkunu sürekli olarak ‘şimdi’yi esneterek içine daha fazla şey doldurmak ve sürekli yeni bir şeyi tecrübe etmek istiyor. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın, ne sunarsa sunsun, TikTok da bir süre sonra internet tarihindeki yerini alacaktır. Bu her zaman böyle oldu, her zaman da böyle olmaya devam edecek.
Genel olarak Türkiye’de sosyal medya kullanımını ve halkın sosyal medya ile ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz? İletişim teknolojilerinin gelişmesi Türk halkını toplumsal olarak nasıl etkiledi?
Prof. Dr. Çiler Dursun: Türkiye’de aktif sosyal medya kullanıcısı 51 milyon ki nüfusun yüzde 63’ü kadarıdır bu rakam. İnsanlar günde 3 saat sosyal medya kullanıyorlar bilgisayarda ya da mobil ortamlarında. 7 saat internete bağlı zaman geçiriyorlar. Dünyada Instagramı nüfusa oranla en çok kullanan ikinci ülke Türkiye. Youtube, Facebook ve Instagram en çok kullanılan platformlar.
İletişim teknolojileri başka toplumları ne yönde belirliyorsa, Türkiye toplumunu da öyle belirliyor.
İnsanlar, kapitalizmin en vahşi ve acımasız döneminde, karşısında en korumasız ve hareketsiz kaldığı bir döneminde yaşıyor. Ancak bir tıklamayla dünyanın her yerinde istediği etkiyi yaratabileceği yanılsamasıyla yani yoğun hareket ettiği duygusuyla sürdürüyor yaşamını. Bu yoğun ve sürekli hareket ediyor olduğu duygusunun peşine takılmak, özellikle siyasal rejimi baskıcı özellikler gösteren toplumlar için geçerlidir. Bununla ilgili yapılan ülke sıralamalarına bakınız, ilk on ülkede değil ilk 20 ülkede insan haklarına ve açık demokratik rejimlere sahip gelişmiş endüstrileşmiş ülkeler olmadıklarını göreceksiniz. Almanya, İngiltere, Fransa, ABD yok mesela üst sıralarda. Neden? Bu soruyu sormak gerekiyor. Cevabı kestirmeden vereyim: Max Haiven’in dediği gibi hayal gücümüzü ve eylemlerimizi ele geçirmek üzere tasarımlanan bir sistem olarak kapitalizm, neye değer atfedeceğimizi de belirlemektedir ve bu belirlemeyi günümüzde sosyal medyadaki etkinliklerimizin içinde ürettiğimiz anlamlarla iyice tahkim etmektedir. Kendimizi sürekli değerli göstermeye ya da değerli kılmaya çalışıyoruz sosyal medya içerisinden; çünkü kapitalizmin sömürü ve eşitsizlik dünyası dahlinde gittikçe ‘değersizleşiyoruz.’ Nihayetinde öz-yanılgımızın ideolojik telafi mecrası olarak sosyal medya, kollektif olarak bambaşka bir düzen hayal edebilmemiz ve talep edebilmemizi engelleyebilmek açısından elverişli bir mecra olmayı sürdürmektedir.
Sosyal medyada da sınıfsal ayrımlar var mı? Şu uygulama bu sınıf, bu uygulama şu sınıf için gibi ayrımlar yapmak mümkün mü sizce?
Prof. Dr. Çiler Dursun: Geçicilik, akış ve yüzeysellik toplumu haline geldiğimiz ölçüde, karşımızdaki farklılıklarla hemhal olamıyoruz. Sosyal medyada, ‘gerçek’ toplumsal ilişkiler alanındaki belirlenmiş ve sahip olduğumuz sınıfsal konumlarımızla birlikte karşılaşıyoruz. Özellikle kendi konumlarımızı ‘aşma’ duygusunu yaşamaya yönelik ve gösteri toplumunun sunduğu bütün olanakları seferber ediyoruz. Aşabiliyor muyuz? Netten çıkınca hayatı sürdürmenin zorlayıcı koşullarıyla başbaşayız. “Akşama Paris’te yemek yiyeyim” diyerek uçağa atlayıp gidemiyoruz. Gidebilenler yok mu? İşte onlar halen üretim araçlarının mülkiyetine de sahip olanlar. Yani aslında hareket edemeyen geniş emekçi sınıflar için, birbiriyle karşılaşma mecrasıdır sosyal medya. Ne var ki yönetici sınıfların dünyası ile emekçilerin dünyası kesin biçimde farklı deneyimlerle yaşanmaya ve örülmeye devam etmektedir. Sosyal medya kullanımında ortaklaşmak, ne sermaye sınıfını daha az hareketli kılar ne de bizi daha çok hareketlendirir. Ancak toplumsal ilişkiler alanında varlığımızı akışkan olarak duyumsamak, ayaktakımı olarak artık bizlerin de payına düşen, daha doğrusu bu payı almamızın uygun bulunduğu bir şey. Küresel sermaye sosyal medya aracılığı ile bu payı örgütleyerek yönetmektedir.
‘Sosyal medya kendi varlığını askıya alma halidir’
‘Sosyal medyadan önce’ ve ‘sosyal medyadan sonra’ diye zaman dilimlerine ayırırsak her iki tarihsel süreçte ne gibi farklılıklar veya değişimler sizin dikkatinizi çekiyor?
Prof. Dr. Çiler Dursun: Kitlelerin bilincinin eşitsizlik ve sömürünün her halini duyumsadığı bir döneminde sermaye, ancak ve ancak sosyal medya sayesinde belirleyici olma yetkinliğini korumaktadır hatta üst düzeye çıkarmayı başarmıştır. Kişilerin kendilerini ‘sunması’, sundukları kişinin yani kendilerinin gerçek yaşam koşullarının dönüştürülmesinden daha ‘değerli’ hale geldi. Çünkü sosyal medyada içerik üretimi, insana ‘varolduğunu’ duyumsatıyor. Varım, şimdi ve buradayım. Bu neredeyse Hegel’in bilincin ilerleyişinin ilk aşaması olan duyu-kesinliği {sense-certanity) aşamasına karşılık geliyor: yani ‘bu’, ‘şimdi’ ve ‘burada’ bilgisini veren ve basitçe nesnenin orada olduğuna ilişkin bir farkındalıktır. Sosyal medyada bulunma hali, gerçek somut yaşamda kendi varlığını askıya alma ya da erteleme halidir.
Basitçe söylersek, sosyal medya hesabımızın içinden bir şeylere bakarken bile bulunduğumuz fiziksel çevre ile bağlantımız askıya alınır. Bunu kötü bir şey olarak söylemiyorum. Somut durum budur. Eğer bu askıda kalma halinden, sosyal medyada birlikte yaşamayı istediğimiz toplum için müşterek anlamlar kurarak, yeni ve eşitlikçi bir dünya yaratmak için hayal gücümüzü seferber ederek politik bir sonuç alabilsek gayet iyi olurdu. Ama yapamıyoruz. Çünkü sosyal medya zaten halihazırdaki toplumsallık içinde kendi ‘değerimizin’ ne olduğu ile ilgili sınıf farkı başta olmak üzere çeşitli türden farklara dayalı açmazlarımız üzerinden zaten yapılandırılmış bir alan. Açmazlar, bastırılmışlıklar, değer arayışı, toplumsal yaşamdaki güvensizlikler vb. nedeniyle gerçek yaşamdan daha sert karşılaşmalar yaşıyor insanlar birbirleriyle. Gerçek toplumsal ilişkiler alanında frenli, ölçülü, hadli-hudutlu, rollü konumlu, çoğu kez maskeli gerçekleşen toplumsal iletişim, sosyal medyada inanılmaz vahşileşebiliyor.
Kaynak: diken.com.tr
Bir yorum yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir. Gerekli özen gösterilmeden yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.