İnsanoğlu özünde hem yaratıldığı dünyayla hem de kendi için oluşturduğu dünyasıyla uyumsuz. Mutsuzluğun temel nedeni, uyumsuzluk.
Doğanın dengesinin bir büyüsü var ve insanoğlu bunu sürekli bozmak istiyor. Toprağın mahsulüne olan itirazını sabanla aşmaya çalışmış. Sonra iklimlere itiraz etmiş, yazı kışa kışı yaza çevirmiş. Gece yeterli gelmemiş, gündüze çevirmiş. 8 saat uyku ihtiyacımızla bile kavga halindeyiz.
İnsan, özünde bu dünyaya ait olmayan, aciz bir canlı. Teolojik bakış açısıyla düşündüğümüzde dahi bu dünyaya ait değiliz. Burası ceza çekmek için cennetten sürüldüğümüz bir gezegen ve biz bu gerçeği unutup, burayı cennete çevirmeye çalışıyoruz. Aslında dünya bizim cehennemimiz. Ve bu ortamda kusurlarımızla yaşamaya çalışıyoruz.
Aynen öyle. Yok olduğumuzda bu gezegen rahatlayacak. Düşünsene, arılar yok olduğunda dünya yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor ama insan yok olduğunda 100 yıl içinde dünya kendini tamamen yeniliyor. İnsanoğlu, kendi türdeşine azap eder, nefret eder, hem diğer canlılara, hem kendine zarar verir… Çiçek açmaz, güzel kokmaz, karbondioksiti oksijene çevirmez, hiçbir işe yaramaz.
Hangi tarihe ışınlanırsak ışınlanalım, elimizde hangi araç olursa olsun anlam arayışı devam edecek. Fıtratımızda var olan bu arayışımız sayesinde bu noktaya geldik. 800 kuşak boyunca orman ve mağaralarda yaşadık. Anlam arayışı bizi evire evire bu noktalara getirdi. Bugün ormanda bir gün bile yaşayamayacak canlılara dönüştük mesela. Hakim olma arzusu bizi mutsuzluğa mahkum ediyor. Ama bu iyi… Eğer hep zevk ve mutluluk peşinde koşsaydık hiçbir sanat eseri olmazdı. Her şeyi ama her şeyi huzursuzluğumuza borçluyuz. Sanat da, icatlar da bu anlam arayışının sonucu.
Teknoloji, insanın doğaya başkaldırısıdır. Yaratmak, hükmetmek ve kontrol etmek istiyoruz. Şartlara uymak yerine şartların bize uymasını talep ediyoruz. Tüm bunlar teknolojiyle olan hikâyemizin özeti…
İnsanoğlu değişimi sevmez. Mümkün olduğu kadar şartlarının devamını talep eder. Çünkü sahip olduğu başarının neden kaynaklandığını bilmez. Bilmediği için her yenilik insan için tehdit oluşturur. Mesela 10 parmak daktiloyu çok biliyorsunuzdur ve bu yüzden yeni gelen bilgisayar tarzı bir cihazı ret edersiniz. Onun nimetlerini istemediğiniz için değil; sizin yetenekleriniz daktilo devrine ait olduğu için. Bu ‘Alarmizm’ denilen bir akım doğurmuş.
Biraz zorlama olsa da ‘Evhamcılık’ olarak çevirebiliriz. Bisiklet ilk icat edildiğinde ‘bisiklet surat’ sendromu diye bir endişe doğmuş. ‘Bisiklet o kadar hızlı gidiyor ki insanların rüzgardan dolayı yüzleri çarpılacak. Gelecek nesillerin yüzleri rüzgârdan dağılmış şekilde evrilecek’ demişler. Thomas Edison ses kayıt makinesini (fonograf) icat ettiğinde bir süre bununla ne yapılabileceğini düşünmüş. ‘Mahkeme zabıtlarını kaydedebiliriz, Amerika’ya gelen göçmenlere İngilizce öğretebiliriz’ diye düşünmüş ama bunların hiçbiri tutmamış. Sonra birisi gelip “Bununla şarkı kaydedelim” demiş.
Kızmış! “Ben bunun için mi icat yaptım!” demiş. Fakat sonra bu cihaz müzik endüstrisinde kullanılmaya başlamış. Bunun üzerine yine almış insanları bir endişe… “İnsanlar müzikleri kayıttan dinleyince şarkı söylemeyi unutacaklar. Anneler çocuklarına ninniler söylemediği için bu geleneği yitirecekler” demişler. Teknolojiye olan alerjik reaksiyon sadece bu döneme ait değil. Her dönemde var.
İnsan beyninin uyum sağlayabilme konusunda büyük bir mahareti var. Biz ne olursa olsun sonunda uyum sağlarız. Fakat bugüne kadarki icatlar bedensel gücümüzü artırmaya yönelikti. Şimdi ise bedenimizin değil, beynimizin kapasitesinin ötesinde bir şeyler geliştiriyoruz.
Telefonlar, uygulamalar, bildirimler… Beynimiz cihazlar gibi hızlı ve aynı anda birden fazla şeyi yapabilme kabiliyetine sahip değil. Dikkatimiz dağılıyor ve neye odaklanacağımızı şaşırıyoruz. Bundan sonraki dönemde aşmaya alışacağımız sorun bu olacak. Yapay zekâ uygulamaları zihnimizin karar vermesi gereken parametreleri zihnimizden alıp, bize sadece sonuç olarak üretip verecek. Seçimleri biz değil, bizim adımıza onlar yapacak. Şimdi navigasyonda gideceğimiz yola karar veriyor, gelecekte satın almamız ya da yememiz gereken şeye karar verecek. Zihnimizin yükünü cihazlara devredeceğiz.
“Teknoloji size zaman kazandıracak, artık daha çok boş vaktiniz olacak” dediler ama biz kalan zamanı yine teknolojinin getirdikleriyle dolduruyoruz. ‘Like’ peşinde koşarak ya da profilimize dönüp dönüp bakarak zamanı harcıyoruz. Yakın gelecekte yeni bir zümre ve sınıf doğacak. Bu sınıf teknolojiyle haşır neşir olmayanlardan oluşacak.
Şeyma Subaşı orta sınıfa zengin olduğunu ispatlamaya çalışan bir orta sınıf mensubu
Elbette. Seçkin sınıf ‘organik insan’lardan oluşacak. Yakın zamana kadar pastoral yaşamın unsurlarından olan organik beslenme bugün şehirli seçkinlerin ayrıcalığı oldu. Köylüler GDO’lu besin alıyor. Köylülerin organik yaşamla bağlantıları kalmadı. Aynısı teknolojide de gerçekleşecek. Alt sınıf teknolojiyle haşır neşir olacak. Üst sınıf bu konuda hiç zaman harcamadan belki de gün boyunca telefonuna bakmadan bir hayat yaşayacak.
Bizim göreceğimiz bir zamanda olacağı kesin. Geleceğin en ayrıcalıklı ortamları internetten kopuk olacak. Orta sınıfın seçkinlerini teknolojiyle ne kadar haşır neşir oldukları belirleyecek. Tatildeyken Instagram fotoğraflarınız için kiralanan fotoğrafçılar türedi örneğin. Bunlar daha çok orta sınıfın meselesi olacak.
Çoğunun olmayacak. Mahremiyetin ve örtülü yaşamın yeni bir formu gelecek. Sosyal medyayla meşgul olmak bir fakir eğlencesine dönüşecek.
Şeyma Subaşı’nın yaptığı da bu türden bir fukara eğlencesi. Bizim gibi orta sınıftan insanlara zengin olduğunu ispatlamaya çalışan bir orta sınıf mensubu kendisi.
Gelecekte tek dünya devletine doğru gidilmesi olası
Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, “10 sene sonra değişecek olanlardansa değişmeyecek olanlara odaklanmak daha akıllıca” diyor. Gelecekte de teknolojinin sunduğu araçlar toplumları kontrol etmek isteyen devletlerin eline görülmemiş güçler verecek. Bu sayede Çin’de olduğu gibi, devlet vatandaşının yazdığı mesajdan seyrettiği videoya kadar an be an milyonlar ölçeğinde takip edebilecek.
Hayır, şu an olan bu! Çin’de bu sistem şu an yürürlükte, tüm polislerin gözünde akıllı gözlükler var. Sosyal vatandaşlık skoru denilen sistemle vatandaşlara puan verilebiliyor. Kırmızı ışıkta geçmek, polise karşılık vermek, otomobili yanlış park etmek, sosyal medyada muhalif şeyleri paylaşmak puanını düşürüyor.
Kusurlu bir hareket yaptığında fotoğrafın ve ismin sokaklardaki billboard’larda çıkıyor, teşhir ediliyorsun. Puan belli bir sınırın altına indiğinde otobüse ve trene binemiyor, okullara kayıt yaptıramıyorsun. Üstelik bu takip teknolojisini Afrika’ya ücretsiz pazarlıyor ve siyahi ırka dair yüz profilleri topluyorlar. Sonra sıra beyaz ırka gelecek.
Geleceğin distopyasında elit kesim diye bir tabaka olmayacak. Sadece iktidar ve alt kesim olacak. Baskıcı bir iktidar hatta tek dünya devletine doğru gidilmesi olası. Şu anda bunu mümkün kılacak bilgi ve teknolojiye devletler değil, şirketler sahip. Bunlar bir elde birleşirse…
Maalesef. Tarih bu tip çıldırışlarla dolu. Ancak savaşlardan sonra, milyonlarca kişi öldükten sonra ‘Biz ne yapıyoruz?’ demişiz. Avrupa medeniyeti insan haklarını, mahremiyete saygıyı savaş tecrübeleriyle kazanmış. Biz musibetlerden nasihatler çıkaran bir türüz. Çok da unutkanız. Bundan 50 yıl sonra çok kötü ya da çok iyi bir düzenin içinde olabiliriz. Bunu belirleyecek olan teknolojiyi kullanma şeklimiz olacak. Yapay zeka destekli robotik sistemler birçok iş kolunu üstleniyorlar. Bugün yapmak zorunda olduğumuz birçok işi robotlar yapacak.
30 yıl sonra dokuz milyarı aşan dünya nüfusu olacak. Milyarlarca insanın yeni yetkinliklerle donatılması mümkün değil. Bu nüfusun önemli bir bölümünün içilebilir su kaynağı ve ekilebilir tarım ürünüyle ilişkisi küresel ısınmadan dolayı kesilecek. Bu insanları kim eğitecek, besleyecek? Yakın gelecekte büyük sorunlarla karşı karşıya geleceğiz.
Post-truth (gerçek-ötesi) çağındayız ve hatta bence Instagram’daki filtreli halimize inanmayı tercih ediyor oluşumuz bile bununla ilgili. Sizce sırada ne var?
Teşhir çağının doymaz iştah ve arzusunu karşılayacak her türlü yenilik kendine yer bulacaktır. Yaşadığımız çağın önemli belirtilerinden ikisi, şimdicilik ve yeniciliktir. Sürekli olarak mevcuttan tatminsizliğimiz var; hep daha iyisi olacağı hissine sahibiz. Şimdi’nin içine mümkün olduğunca fazla şey tıkıştırmaya çalışıyoruz. Şimdi’yi esnetmeye çalışıyoruz.
24 saat sonra kaybolan story’lerin çağında yaşıyoruz. Daniel Kahnemann ‘İnsanlar şimdiyi gelecekte hatırlamak istedikleri gibi inşa ediyorlar’ der. Geçmiş umurumuzda değil. Sürekli yeni bir şey istiyoruz ve bunun doğal sonucu olarak köksüzleşiyoruz. Bu köksüzlük bizi şu anın gerçekliğinden de koparıyor.
Çok ilginç etik tartışmalar çıkacak
İnsan hiçbir zaman gerçeğin peşinde değildir. Etrafımızda hayalini kurduğumuz dünyanın izlerini ararız. Sanal gerçeklik tüm hayalleri sınırsız şekilde yaşamamızı sağlıyor. Google’ın cardboard diye bir hizmeti var. İlkel bir sanal gerçeklik gözlüğü düşün; mukavva bir karton ve iki lensten oluşuyor. O gözlükle Afrika’nın birçok okulundaki çocuklar Avrupa’daki müze ve sergileri geziyor. Aynı gözlükle Silikon Vadisi’nin hemen yakınında Porn Valley’de pornografi sektörü sanal gerçeklikle insanların fantezilerini yaşamalarını sağlıyor. Eşcinselliği tecrübe etmek isteyen ama cesaret edemeyen bir kişi bunu sanal gerçeklikle deneyebiliyor. Kendinize böyle bir evrende bir karakter yaratıp tüm bilinç dışı fantezilerinizi deneyimlemeniz de, eğitim almanız da mümkün hale geldi.
Japonya’da çocuk seks robotları üretiliyor.
Seks robotlarına kötü davranmak suç mudur?
Yasal ama toplum ikiye bölünüyor. Çocuk seks robotuyla cinsel ilişki pedofili midir yoksa iyi bir şey midir? Robotla yapmasa gerçek bir çocukla mı yapacak? Seks robotlarına karşı kötü davranmak suç mudur? Barselona’da yapay zekâlı ‘Real Doll’lar yani insan gerçekliğindeki seks robotları var. Üstelik bunların genelevleri var. Seçim yapıp, satın alabiliyorsunuz.
Her şey çok güzel olacak.
Haha! Hiç zannetmiyorum!
Kaynak: Tuhaf Dergisi, Ocak 2019
https://www.posta.com.tr/serdar-kuzuloglu-sosyal-medya-fakir-eglencesine-donusecek-2086055
Değerli Okul Öncesi Eğitim Gönüllüsü, Bu yıl dördüncüsünü yapacağımız Okul Öncesi Eğitim Zirvesi'ni 25-26 Eylül 2021 tarihlerinde online olarak düzenleyeceğimizi…
Okullar önümüzdeki dönem başlarken, nerede olursa olsun öğretme ve öğrenmeyi desteklemek için Meet ve Classroom'a getirdiğimiz birçok yeni özelliği paylaşmaktan…
Her ne kadar güncel olmasa da Covid-19'un oluşturduğu tehlikeden dolayı insanların doğayla daha iç içe olması sebebiyle bu haberi sizlerle…
Adam 48 yıl önceki ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp "hocam beni tanıdınız mı?" dedi. İhtiyar öğretmen: - Hayır…
MEB 23 Mart itibariyle ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde uzaktan eğitimi başlattı. Eğitimler EBA tv üzerinden öğretmenlerin anlattığı derslerle yapılıyor.…
Ben ortaöğretimimi alırken “sınıfta kalmak” vardı. Hatta bizim sınıfın önemli bir bölümü bir veya iki yıl sonra mezun olabilmişti. Sonra…
Bu web sitesi cookie kullanır.