Günümüzde, ülkelerin en büyük zenginliğinin iyi yetişmiş nitelikli insan gücü olduğu konusu, tartışılmaz bir hakikattir. Bu güce sahip olmayan milletler, en zengin maddi kaynaklara sahip olsalar bile ondan yeterli şekilde istifade edemedikleri gibi bu serveti başkalarına kaptırmaya da mahkûmdurlar. İkinci Dünya Savaşında harabeye dönen bazı ülkelerin kısa bir süre sonra, dünyanın önemli bir gücü haline gelmesi iyi yetişmiş bilgi ve beceriye sahip insan gücü ile olmuştur.
Sanat fakültelerinde iç mimarlık, resim, heykel ve seramiğe özel yetenek sınavı ile öğrenci alınırken insan binasını inşa eden, bu sistemin mimarları olan öğretmenlerin yetiştiği Eğitim Fakültelerine öğrenci kabulünde hiçbir kriter aranmaması manidar bir durum olarak dikkat çekmektedir. Zira bazen bütün bir ülkenin geleceğini etkileyen, hatta tüm dünyada kaos ve karmaşaya yol açan bir devlet adamının da, bir seri katilin de hayatına dokunan, belki de ona davranışları ile dolaylı olarak yön veren öğretmenleri vardı.
Zaman zaman hükümetlerin eğitim sistemini kendi siyasal-ideolojik çizgisinde biçimlendirme isteği, müteakip farklı bir görüşteki diğer bir hükümetin de benzer şekilde hareket etmesine sebebiyet verecektir. Zira politize olan her şey amacından sapar, pratiğe yönelik sonuçlar üretemez, liyakat ruhunu zedeler. Liyakatin olmadığı yerde ise adam kayırmacılık kaçınılmazdır. Halbuki ortak gaye, bireyin zihnen, ruhen ve bedenen olgunlaşarak o ülkenin nitelikli insan gücünü oluşturmak değil midir?
Kültürümüzde "Eşrefi Mahlûkat" diye nitelendirilen kainatın en kıymetli varlığı insanın, yaradılışından gelen birtakım maddi ve manevi özellikleri göz ardı edilerek bu öz yapısına uygun olmayan Batı kaynaklı eğitim tarzları ve sosyal sistemler bünyede yıpranmaya ve bozulmaya yol açmaktadır. İnsanın kalbine değil de sadece kalıbına hitap eden sistemler, mutlu, huzurlu ve başarılı üçlü hedefine giden yolda aleyhte dengeyi bozmakta, ruhun tezahürleri olan insan davranışlarını menfi olarak etkilemektedir. Bunun neticesinde şişik egosu sebebi ile etrafını göremeyen bireyler yetişmekte, adeta züccaciye dükkanına giren fil misali zarara uğranmaktadır.
Yukarıda dile getirilenler sebebi ile günümüz insanı altında sağlam zemin bulamadığı için patinaj yapan tekerlek misali çok fazla enerji harcamakta, yorulmakta ancak istediği mesafeyi kat edememektedir. Her birey parmak izi gibi farklı yapıda, yaradılışta olduğu için tek tip eğitim, tek tip müfredat ve bundan yüzyıl önceki eğitim yaşam alanları ve metodolojilerini ciddi manada sorgulama vakti gelmiş hatta geçmektedir. İnsanın bazen bulunduğu yeri değiştirerek farklı bir açıdan bakmasının daha önce “siyah” diye ısrar ettiğini “beyaz” olarak görmesine sebep olabilir mi?
Ne dersiniz?
Bir yorum yazın
E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır. Zorunlu alanlar * ile işaretlenmiştir. Gerekli özen gösterilmeden yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.