Ben ortaöğretimimi alırken “sınıfta kalmak” vardı. Hatta bizim sınıfın önemli bir bölümü bir veya iki yıl sonra mezun olabilmişti. Sonra sınıfta kalma kaldırıldı. Eğitimi yakından takip etmeyenler bilmeyebilir ama şu anda ortaöğretimde sınıf geçmek için (rapor almakla uğraşmayıp devamsızlıktan kalmayı başaranları saymazsak) öğrencinin nabzının atıyor olması yeterli. Fakat yeni bir tür “kalmak” türetildi: “mezuna kalmak.” Bu terimin içinde hem “mezun” sözcüğü var — yani öğrencinin orta öğretimi bitirdiği mesajı veriliyor, hem de “kalmak” fiili var — yani öğrencinin eğitimine bir üst düzeyde devam etmediği bilgisi var. Çok yaratıcı bir terim.
Üniversiteye giriş sınavında istediği puanı alamayıp, tercih yapmak yerine sınava yeniden hazırlanmaya karar veren öğrenci “mezuna kalmış” oluyor. Bu uygulama ülkemizde ne kadar popüler? Fazlasıyla… 2018 yılında örgün lisans programlarına yerleşenlerin sadece %46’si yeni mezun. %39’u “yerleşmemiş” statüsünde (yani ya mezuna kalmayı seçmiş ve tercih yapmamış ya da tercihlerinin hiç birisine yerleşememiş). Geri kalan %15 ise bir üniversitede okurken sınava yeniden girenler, bir üniversiteden mezun olup sınava yeniden girenler, veya bir üniversiteden kaydı silinip yeniden sınava girenler. MEF Üniversitesi’ne gelen öğrenciler arasında yeni mezun oranı ortalamadan daha yüksek: örneğin 2018’de kaydolan öğrencilerin %60’i yeni mezun. Fakat öğrencilerin %40’i ya mezuna kalmış, ya da başka bir üniversitede okuyup gelmiş.
Mezuna kalma kararını tetikleyen en önemli faktör kanımca öğrencilerin sınav başarı beklentileri. Bu yıl en az 100 aday öğrenci ile görüştüm. Bir tanesi bile bana “sınav sonucu beklediğimden iyi geldi” demedi. Herkesin bir hikayesi vardı: “sınavda aşırı stres yaptım (yeni kuşak terminolojisi),” “aslında çok hazırdım ama bir soruda gereksiz takıldım,” “bilgimi ortaya koyamadım,” “sınavda bir terslik oldu,” “bu sene sorular geçen senelerden farklı idi,” vs vs. Tanıtımda çalışmış olan MEF öğrencilerine sordum — ki 2,000 civarında öğrenci ile görüştüler. Puanı konusunda fikir beyan eden adayların tümü aslında daha yüksek puan almış olması gerektiğini ama sınavda bir “şanssızlık” olduğunu söylemiş! Bu konunun sosyologlarca incelenmesi gerekir ama benim tahminim hem ailelerin, hem okulların hem de özel ders verenlerin öğrencileri pohpohlayarak beklentilerini yükselttiği yönünde. Şimdiye kadar “benim çocuğum ortalamanın altında” diyen anne veya babaya pek rastlamadım — ki tanım gereği toplumun aşağı yukarı yarısı ortalamanın altında olmak zorunda. Ortaöğretim sisteminde sınıfta kalmamanın yanısıra her öğrencinin takdire geçtiği, birçok okulda her dersten 100 alındığını düşünürsek, öğrenci haklı olarak kendisini çok başarılı görmeye başlıyor. Özellikle özel okullar “bizim öğrencilerimiz şöyle iyidir, böyle iyidir” diye tanıtım yaptıkça, özel ders veren hocalar da ne kadar iyi bir iş yaptıklarını kanıtlamak için öğrencinin ne kadar çok yol aldığını ailelere anlattıkça başarı beklentisi yükseliyor ve gerçekçi olmayan seviyelere çıkıyor. Sonra da “sınavdan beklemediğimiz bir sonuç aldık” deniliyor. Öğrencilerin kendilerini daha objektif değerlendirmelerini sağlamak her şeyden önce öğrencinin ruh sağlığı için önemli.
İkinci önemli faktörün adayların belirli bir üniversiteye veya programa fazlaca odaklanmış olması. Maalesef birçok aday kendilerini “vaat edilen ülkeye” sadece bir üniversitenin veya bir programın götürebileceğini düşünüyor. Ben 18 yaşında birisinin bir üniversite veya programa kilitlenmesini anlamakta zorlanıyorum ve bu yönelimde ailelerin önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Öğrencilere alternatifler detaylı olarak anlatılmalı. Örneğin barajı geçen ama hukuk programına yerleşemeyen bir öğrenciye, siyaset bilimine yerleşip hukukta çift anadal yapabileceği anlatılmalı. Örneğin burslu bilgisayar mühendisliğine puanı yetmeyen bir öğrenciye burslu yönetim bilişim sistemlerine yerleşip istediği kadar bilgisayar mühendisliği dersini seçmeli olarak ekleyebileceği anlatılmalı. Örneğin puanı psikolojiye yetmeyen bir öğrenciye sosyolojiye girip yüksek bir not ortalaması ile psikolojiye geçebileceği, olmazsa psikolojide yandal yapabileceği anlatılmalı. Hepsinden öte, öğrenciye verilmesi gereken mesaj, üniversite ve program ne olursa olsun, gelecekteki başarısı ve mutluluğunun kendi elinde olduğu, eğitimde inisiyatifi ele alması gerektiği ve ders dışı etkinliklerin (stajlar, klüpler, takımlar, gönüllü çalışmalar, okunacak kitaplar, alınacak çevrimici dersler vs) en az dersler kadar önemli olduğudur. Başarı ve mutluluğu üniversite veya program getirmeyecek — öğrencinin kendi çabaları getirecek. Sihirli bir üniversite veya program yok!
Mezuna kalma kararını artıran bir faktör de özel “mezuna kalan sınıfı” açan dersaneler. Görünen o ki, sektörde farklı bir segment, farklı bir ürün oluşmuş… Biraz araştırınca, sistemde iki veya üç defa mezuna kalan öğrencilerin de olduğunu farkediyorsunuz — yani kronikleşen mezuna kalma durumu…ve bundan kendilerine gelir sağlayan özel sektör.
Adaylar neden mezuna kalıyorlar (veya kalmalılar)? Aday, 12 yıldır bir eğitim sisteminin içinde — dersler, ödevler, sınavlar. Mezuna kalan aday yaşamında ilk defa başka hiç bir şey yapmadan bir sınava hazırlanma fırsatı buluyor. Tek odak noktası sınav. Yaşamını istediği gibi planlayabiliyor — tam otonomi. Ayrıca bir yıl önceki sınavdan edinilmiş bir deneyim var. Böyle bir ortamda hazırlanmanın puanı yükseltmesi gerekir. Peki mezuna kalan öğrenciler bir sene sonra ne kadar başarılı oluyorlar? Maalesef bu konuda resmi istatistikler yayınlanmıyor. Rehber öğretmenler ile sohbetlerime dayanan anekdotal bilgilere göre, mezuna kalanların üçte biri daha yüksek puan alırken, üçte biri daha düşük puan alıyor, üçte biri ise ilk aldığına yakın bir puan alıyor.
Neden mezuna kalan herkesin puanı yükselmiyor? Kanımca en önemli neden ilk sınavda alınan sonucun yarattığı travma ve özgüven yıpranması. Bir sınava hazırlanmak için bir yıl gereksiz uzun bir süre. Eğer öğrenci hazırlıklara hemen başlarsa ve zamanını iyi yönetemezse bir müddet sonra psikolojik sorunlar başgösterebilir ve motivasyon düşebilir. Net olarak dile getirmese de öğrenci bu sınavın hayatında yerleşme sonrası hiç bir işine yaramayacağının bilincinde ve böyle bir işe bir yıllık dev bir yatırım yapmış olmasını sürekli sorguluyor; “acaba yanlış mı yaptım?” sorusu ile sürekli boğuşuyor. Öte yandan, üniversiteye yerleşmiş olan akranları ile ilişkiyi sürdürmesi de sorunlu olabilir (onların üniversite hikayelerini dinlemek durumunda kalacak), sürdürmemesi de (asosyalleşme sorunu ile karşılaşacak). Herşey bir yana, tam bir yıl hazırlanılan bir sınava girerken hissedilen stres genellikle ilk sınavda hissedilenden daha büyük oluyor.
Peki neden mi bazı öğrencilerin ikinci seferde puanları yükselirken bazılarınınki düşüyor? Bir öğrencinin sınav performansı aslında istatistiksel bir dağılımdır. Sınavdaki sorulardan tutun, öğrencinin sınav günü öncesi ne kadar iyi uyumuş olduğuna kadar bir çok faktöre bağlı olarak değişim gösterir. Bu dağılımı bulmak istersek, öğrenciye farklı günlerde belki 100 tane sınav verip sonuçların histogramına bakmamız gerekir. Fakat gerçek yaşamda, üniversite sınavı bir defa yapılmaktadır ve öğrencinin performansı bir tek rakama indirgenir. İstatiksel olarak bakıldığında sorulması gereken sorular şunlardır:
1) Öğrencinin sınav sonuçları dağılımının varyansı nedir? (Veya öğrenci benzer sınavlara 100 defa girse alacağı sonuçlar ne kadar değişken olur?),
2) Öğrencinin sınavda almış olduğu sonuç dağılımın ortalamasına ne kadar yakındır?
3) Öğrenci bir yıl çalışarak dağılımını ne kadar yukarıya kaydırabilir ve varyansı ne kadar azaltabilir? Öğrencinin bu belirsizliğin bilincinde olması gerekir. Bir sınava hazırlanırken hedef ortalama performansı olabildiğince yukarı çekmek olduğu kadar varyansı da azaltmak olmalıdır. (Örneğin çalışırken bazı konuların atlanması varyansı artıracaktır.)
Hiç bir aday mezuna kalmamalı mı? Bazı özel durumlar dışında mezuna kalmayı önermiyorum. Bu özel durumlar için birkaç örnek vereyim: 1) Bu yıl görüştüğüm adaylardan birisi sınav gecesi vertigo atak geçirmiş ve sınava hiç uyumadan girmiş. Sınavda kağıdı görebilmek için uzaktan bakmaya çalışmış. Bana sorarsanız bu adayın hiç sınava girmemesi gerekirdi. Ciddi bir sağlık sorunu nedeniyle sınavda düşük puan almış olan adaylar yeniden girmeyi düşünmeli. 2) Bir programı hedefleyip barajın biraz altında kalan adayların (örneğin hukuk okumak isteyip de 195,000 olan aday) da sınava yeniden girmesi makul olabilir. 3) Gerçekten cevapları kaydırdığına emin olan adaylar (örneğin test sınavlarında aldığından 200 puan eksik alıp 1 Milyonuncu olan) kendilerini ilk sınava girmemiş sayabilirler. Bunların dışında kalan adayların puanlarını kabullenip yerleşebilecekleri bir program bulmalarını ve ondan sonra kendi eğitimlerini kendilerinin kurgulamalarını öneriyorum.
Mezuna kalmaya iki alternatif önererek bitireceğim.
1) Sınava girmeden mezuna kalın
Bir yandan 12. sınıfı okurken bir yandan da sınava hazırlanan öğrenci iki işi de iyi yapamama riski alıyor. 12 yıl boyunca sürdürülen bir eğitim maratonundan sonra hemen sınava hazırlanma çabası, 12. yıldan verim alınmasını neredeyse imkansız kılıyor. Öğrenci bu yıl alınması gereken derslerin çoğuna girmediği gibi, sanat, spor, müzik, kültür etkinliklerinden ve hobilerinden de kopuyor ve tam bir sınav robotuna dönüyor. Halbuki, öğrenci “boşluk yılı” (gap year) kararı alırsa, 12. sınıfı bitirdikten sonra hemen sınava girme derdi olmayacağından, hem 12. sınıfı hakkını vererek okuyabiliyor, hem de yaşamdan kopmuyor. Boşluk yılı sayesinde öğrenci birçok fırsata kavuşuyor. Belki en önemlisi, bir staj yaparak yaşamının ilk iş deneyimini kazanıyor. Gezebildiği kadar geziyor, şehrini, ülkesini, dünyayı daha iyi tanıyor. Yabancı dil hakimiyetini geliştirebiliyor. Bunların yanında sistemli bir şekilde, ders, ödev, okul sorunlarından uzak, sınava hazırlanabiliyor ve genellikle 12. sınıfı bitirir bitirmez gireceği sınavda alacağından daha iyi bir puan alabiliyor. Boşluk yılını kesinlikle bir kayıp yıl olarak görmemek gerek. Bu kuşağın ortalama 100 yaşına kadar yaşayıp en az 50 yıl çalışmak zorunda kalacağını düşünürseniz, üniversiteye 17 yaşında mı 18 yaşında mı başlandığının önemsizliği belirgin hale gelir. Bu bir “üniversiteye hazırlık” yılıdır. Öğrenci zamanını iyi yönetip İngilizcesini yeterli seviyeye çıkarabilirse, üniversitedeki hazırlık sınıfını atlayıp akranlarını yakalayabilir. Önerim bu boşluk yılını 4–5 arkadaş birlikte planlamaktır.
2) Üniversiteye girip mezuna kalın
Adayın istediği programa yerleşebileceği bir puan alamayınca mezuna kalmasının temel nedeni, bir programa yerleşme durumunda bir sonraki sene sınava girdiğinde puan cezası ile karşılaşması. Fakat bu ceza sadece bir yıl için geçerli — ikinci yıl sınava yeniden girildiğinde puan düşürülmüyor. Diyelim ki aday endüstri mühendisliği okumak istiyor fakat puanı ancak matematiğe yetiyor. Mezuna kalmak yerine matematiğe yerleşebilir, ilk yıl hazırlık okuyabilir, ikinci yıl da mühendislik müfredatı ile hemen hemen aynı olan birinci sınıf derslerini alabilir. Eğer hala endüstri programına geçmek istiyorsa, önünde iki alternatif var: 1) not ortalaması ile yatay geçiş başvurusu yapmak, 2) sınava yeniden girip endüstri için gereken puanı tutturmak. Eğer yatay geçiş yapabilirse, hazırlık ve birinci sınıf dersleri sayılacağından dönem kaybetmeden eğitimine devam edebilir. Eğer sınav ile yerleşir ise, yerleştiği okulda büyük bir ihtimalle hazırlığı atlar, ve almış olduğu derslerin neredeyse hepsinden muaf olabilir — ve yine dönem kaybetmeden eğitimine devam eder. Öğrenci iki alternatifte de başarısız olursa, aynı iki alternatif bir yıl sonra da önüne çıkacaktır.
Liseli gençlerin mezuna kalma konusunu şimdiden düşünmesini öneriyorum. Derdim bir yılın boşa gitmesi değil, o zamanın bireysel ve profesyonel gelişime harcanması. Neler mi yapabilirsiniz (veya yapmalısınız)? Liselilerin ve üniversiteye yeni başlayanların blogumdaki şu üç yazıyı okumalarını öneriyorum: Liseliler icin Kariyer Planlama, Fark Yaratmak, Üniversiteye Yeni Başlayacak Öğrencilere Öneriler. Unutmayın, her şey sizin elinizde!
Prof.Dr. Erhan Erkut
Kaynak: https://medium.com/@ErhanErkut/mezuna-kalmak-m%C4%B1-kalmamak-m%C4%B1-131b2c8a8b08